Her taraf karla kaplı ve yerler buz tutmuş durumdaydı bugün.

Fakat dışarıya çıkmam, faturalarımı ödemem ve market alışverişimi yapmam gerekiyordu.

Sımsıkı giyinip çıktım dışarıya.

Önce karda aç kalmış, yiyecek bulamamış kediler kısılmış sesleriyle yaklaştılar yanıma. Mama istiyordu hayvancıklar. Mama kaplarına baktığımda benim ve komşuların koydukları kuru mamaların karda ıslanıp şiştiklerini ve donduklarını gördüm.

Onlara dönüşte mama almayı unutmamayı tembihleyip devam ettim yoluma.

Faturalarımı ödedikten sonra markete doğru yöneldim.

O sırada marketin köşesinde soğuktan tir tir titreyen bir adamcağız gördüm. Elinde içinde selpak mendil ve küçük ıslak mendiller bulunan bir kutu tutuyor ve onları satmaya çalışıyordu.

Üstündeki incecik ceket parçasının eskilikten her yanı aşınmış, dirsekleri yamanmıştı. Mendillerini satmaya çalışırken arada ayaklarını yere vuruyordu.

Gözlerim ister istemez ayaklarına takıldı ve giydiği ayakkabının da burunlarının delinmiş olduğunu gördüm. Elleri soğuktan morarmış, ara sıra onları hohlayarak ısıtmaya uğraşıyordu.

Evet ben bunları bir dakikalık bir süre içinde görmüş ve yüreğim lime lime oluvermişti. Tam yanına doğru hamle yapayım derken, benden önce bir kadın yaklaştı yanına ve elinde tuttuğu 5 lirayı uzattı adama.

Adam kafasını kaldırıp bakarak “Selpak mendil mi, ıslak mendil mi vereyim bayan?” dedi.

Kadın “Gerek yok kardeşim hiç birini istemiyorum sadece parayı al” deyince dikilip kaldığım yerden adama ilişti gözlerim.

Yüzü sapsarı olmuş, gözleri dolu dolu kadının elindeki paraya baktı ve:

“Bayan ben dilenci değilim. Mendil alacaksanız vereyim. Almayacaksanız paranızı lütfen cebinize koyun” dedi ve elinin tersiyle gözlerini silerek döndü arkasını.

Kadın elindeki parayı çantasına koyarak çekti gitti.

Adama doğru yaklaştım yavaşça ve

“Kardeşim 5 selpak 5 tane de ıslak mendil verir misin?” dedim.

O soğuktan morarmış elleriyle bana mendilleri uzatırken, başımı kaldırıp gözlerine baktım ve o gözlerde donmuş kalmış iki damla yaş gördüm.

O sırada yanımızdan bağıra çağıra mülteciler geçiyordu.

Sırtlarında kalın kabanları, ayaklarında içi yünlü botlarıyla!..

İçim sızlaya sızlaya girdim markete..

Marketin sebze meyve reyonunun yan kısmında bir reyon daha ilişti gözüme.

İçinde pörsümüş, solmuş ve çürümeye yüz tutmuş sebze ve meyvelerin paketlenip konulduğu bir reyon.

Parası taze meyve sebze almaya yetmeyenlere daha ucuz fiyata satılmak için konulmuşlardı.

Önünde ise üç dört vatandaş bekliyordu. Onlardan bitmeden alabilmek için!..

Gördüklerimden sonra içimden şöyle bir söz geldi dudaklarımın ucuna..

“işte biz,

İşte halimiz,

Ahvalimiz!”