Mimarla Odası yaptığı açıklamada şunlara değindi;

Büyüklüğü, etkilediği alanın genişliği ve neden oluğu kayıplarla ülkemizin son yüzyılda yaşadığı en büyük felaketlerden olan 17 Ağustos 1999 İzmit ile 12 Kasım 1999 Düzce depremlerinin ardından geçen yirmi bir yılda; yaşanan yıkım ve kayıpların sebebi olan sağlıksız merkezi ve yerel yönetim politikaları sürdürülmektedir. Felaketin ardından geçen sürede; kamusal afet politikaları oluşturularak afet ve acil durum yönetimine yönelik sistemli bir planlama yapılmadığı gibi kentlerimiz afetlere karşı hazırlanmamıştır. Her türlü afetler için oluşturulması, çeşitlenmesi, örgütlenmesi ve güncellenmesi beklenen Acil Durum Planlaması ile birlikte afet öncesi, afet sırası ve afet sonrasında kamuoyunu eğitici ve bilgilendirici etkinliklerin eksiksiz bir biçimde gerçekleştirilmesi sağlanmalıdır.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Toplu Konut İdaresi (TOKİ) eliyle, tüm kentsel ve kırsal alanlar imara açılarak doğal, kültürel ve tarihi değerler sermaye ve yatırım araçlarına dönüştürülmüş; olası bir afette kullanılması planlanan toplanma alanları yatırımcı ve sermaye sahiplerine tahsis edilerek; bu alanlarda iş merkezi, alışveriş merkezi, toplu konut ve stat yapılmasında bir sakınca görülmemiştir. Kamu yararı yerine özel çıkarlar korunarak çoklu imar uygulamalarına izin verilmiş, sağlıklı ve güvenli yapı üretim süreçlerinin ön koşulu olan nitelikli mimarlık ve planlama hizmetleri engellenmiş, devletin kamu adına denetim sorumluluklarını yok sayan bir anlayışla yapı denetimi özel sektöre devredilmiştir.

Kısa sürede ve çok sayıda yapı üretilmesi baskısıyla; son on yılda 1,7 milyar m2 alan için inşaat izni verilerek 1 milyon 190 bin yapı ruhsatı düzenlenmiş; 8 milyon 478 bin konut üretilmiştir. 20 milyona yakın mevcut yapı stokunun yüzde 60’ının mimarlık ve mühendislik hizmeti almamış olmasına, 6,7 milyon yapının sağlıksız ve afetlere karşı dayanıksız olmalarına karşın; bugüne kadar yalnızca 197 bini için riskli yapı tespiti yapılmış ve bunlardan 165 bini yıkılmıştır.

1999 Marmara ve 2011 Van depremlerinde daha önce çıkarılan imar afları kapsamındaki yapıların çoğunun yıkılmasına ve binlerce yurttaşın hayatını kaybetmesine rağmen; 2018 yılında bütün kaçak yapıları yasal hale getirmek üzere “İmar Barışı” adı altında yeni bir imar affı yürürlüğe sokulmuştur. Afete maruz kalabilecek bölgelerde veya dere yataklarında olup olmadıklarına bakılmaksızın 298.124 adeti kamu binası olmak üzere,  3,6 milyon kaçak ve imara aykırı yapı için 23,5 milyar lira yapı kayıt belge bedeli alınarak yurttaşlara riskli yapıları kullanma izni verilmiştir.

“İmar Barışı” adı altında, yapı güvenliği olmayan, planlama, mimarlık ve mühendislik süreçlerinden geçmemiş, teknik olarak sağlık ve güvenlik koşulları belirsiz toplam 7.5 milyon adet kaçak bağımsız bölüm belge almıştır. “İmar Barışı” düzenlemesi tüm toplumun sağlığını, can ve mal güvenliğini doğrudan etkileyen bir halk sağlığı ve can güvenliği sorunu haline gelmiştir.

Ülkemizde ve dünyada kentsel ve kırsal alanda bütüncül planlama ilkelerini reddeden anlayışla sürdürülen;  doğal yaşamı ve ekolojik dengeyi bozan büyük altyapı projeleri, sanayi ve üretim tesisleri, termik, jeotermal, hidroelektrik ve nükleer enerji santralleri, kimyasal, yanıcı ve patlayıcı madde depoları gibi sermaye odaklı yoğun yapılaşmanın etkileri tüm yaşam alanlarında yoğun olarak etkisini göstermeye başlamıştır.

Yakın dönemde; Karadeniz’de Samsun, Artvin, Düzce ve Trabzon’da yaşanan seller, İstanbul ve Elazığ’da meydana gelen depremler, Van’da yaşanan çığ felaketi, Adapazarı havai fişek fabrikasında yaşanan patlama,  Beyrut Limanında yaşanan kimyasal patlama, tüm dünyaya yayılan salgın hastalık vb afetler; kentlerimizin her türlü afete karşı zayıf, güvencesiz ve riskli konumda olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Devlet tüm yurttaşlara eşit, sağlıklı, güvenlikli yaşama koşullarında nitelikli yaşam çevreleri sağlamakla yükümlüdür. Salgın, afet ve kriz koşullarında başarılı iyileşme süreçleri için alınacak önlemlerin bilimsel ilkeler ve gerçeklerle, toplum yararı gözetilerek oluşturulması; afet yönetimi hakkında geliştirilecek politikaların bilim insanlarını, meslek odalarını, akademik kuruluşları ve ilgili uzmanlıkları dikkate alarak oluşturulması zorunludur. Bugüne kadar pek çok yurttaşın hayatına mal olmuş ve olmaya devam eden, büyük yıkımlara ve kayıplara sebep olan rant odaklı planlama, kentleşme ve yapılaşma politikaları terk edilmelidir.

Mimarlar Odası olarak, afetlerde kaybettiğimiz yurttaşlarımızı saygıyla anıyor; sağlıklı bir gelecek için sahip olduğumuz mesleki uzmanlık ve toplumsal sorumluluklarımız kapsamında, bilimsel kentleşme ve mimarlık ilkelerine aykırı planlama ve kentleşme süreçleri karşısında mücadelemizi kararlı bir şekilde sürdüreceğimizi değerli kamuoyumuzla paylaşıyoruz.

Editör: TE Bilişim