İÇİMİZDEKİ BİZ

“Bir ben vardır bende, benden içeru” demiş yüzyıllar önce ünlü şairimiz Yunus EMRE… Buna kısaca, içimizdeki biz demek istiyorum. Evet o içimizdeki bizi anlayabilirsek o zaman kendimizi anlayabiliriz ancak…

Çoğu zaman başkalarını anlamanın güçlüğünden yakınır dururuz. Başka bir insanı anlamanın çok zor olduğu konusunda da çoğunlukla çevremizdeki insanlarla hemfikirizdir. Tamam belki bu konuda fikir birliğine vardık ama çoğunlukla şunu pek de düşünmeyiz, “acaba kendimizi ne kadar anlayabiliyoruz”…

Evet gelin bugün biraz bunu düşünelim!

Acaba ben kendimi anlayabiliyor muyum? Ya da, ben kendimi ne kadar anlayabiliyorum? Merak ediyorum kaçta kaçımız bu sorulara tam anlamı ile düşünmeden cevap verebiliriz. Daha önce belki kendinize böyle bir soru yönelttiniz, belki de birçoğunuzun aklına bile gelmedi…

Kendimizi tanımak için bile öncelikle farkına varmak, düşünmek ve kısacası emek vermek gerekiyor. Çok basit gibi görünen küçücük bir konuda bile emek vermeden sonuca ulaşmak hatta farkına bile varabilmek mümkün görünmüyor. Böyle olunca söylenmesi gereken tek söz “her işin başı emek”…

Bugünlerde galiba biraz bunu unuttuk. Hani sürekli söylüyoruz ya “çok kolaycı bir topluma dönüştük” diye. Kimse bunun tersini iddia edemez. Evet aynen öyle, çok kolaycı bir topluma dönüştük. Hem her şeyin en güzelini hak ettiğimizi düşünüyoruz, hem de bu düşündüklerimize hiç emek sarf etmeden kolaycacık erişiverelim istiyoruz…

Peki gerçekten de bu düşündüğümüz her şeyi hak ediyor muyuz? Aslına bakılırsa bunu bile düşünmüyoruz, yalnızca istiyoruz. Emek sarf etmeden, yalnızca isteyen bir topluma nasıl dönüştük… Eğer burada bir suçlu arayacak olursak, en fazla bizler, bu dönemin anne ve babaları suçluyuz…

Nasıl yani! “Biz hep onların iyiliğini düşündük” dediğinizi duyar gibiyim. Evet tabii ki biz her daim evlatlarımızın iyiliğini düşündük. Fakat şunu da unutmamalıyız ki “cehenneme giden her taş iyi niyetle örülmüştür”…

Tabii ki biz kendimizden önce hep çocuklarımızı düşündük. Bizim çok zor ulaştığımız her şeye onların çok kolay ulaşabilmesi için elimizden gelen bütün gayreti gösterdik ve öylede oldu. Bizim emeklerimizle onlar, bize göre her şeyin çok daha güzeline çok daha kolay eriştiler. Belki o anlarda biz de kendi duygularımızı tatmin etme fırsatı bulduk ve gururlandık. Çocuklarım benim çektiğim zorlukları çekmedi diye bir de onların adına tabii çok daha fazla sevindik…

Yalnız şunu yeterince düşünemedik, emek veren biz olduk, onlar değil!..

Ama nereden bilebilirdik ki o çok emek verilmeden ulaşılan şeylerin onlar için pek de kıymetli olmadığını. Bizim ulaşmakta çok zorlandığımız ve çok emek verdiğimiz şeylerin bizim için çok kıymetli olduğunu…

Yani kısacası, önemli olanın EMEK VERMEK olduğunu...

Üniversitede uygulama dersindeyiz, laboratuar ya da atölye ne derseniz deyin, ikisi de kullanılıyor. Öğretmenimizin sıkça söylediği sözdü “emeksiz yemek olmaz” ne kadar güzel bir sözdür değil mi! Bu noktada şunu hiç unutmamak gerekiyor, bir şeye ne kadar çok emek verirsek onun değeri bizim gözümüzde o kadar çok artacak ve onu kaybetmemek için çok daha fazla çaba harcanacak. Maalesef ki günümüzde her şeye çok kolay erişebildiğimiz için çok da kolay gözden çıkarır olduk…

Hani hep söyleriz ya eskiden her kırılan, dökülen kısacası yıpranan her şey tamir edilir, özellikle zayıflayan yerler desteklenir ve kuvvetlendirilirdi. Böylece en önemlisi olan aile bağları da sımsıkı kuvvetlendirilirdi… Şimdi ise kırılanı tamir etmeyi bile unuttuk, hemen atar ve anında yerine yenisini koyar olduk… O ömür boyu birliktelik için verilen sözler bile, ufacık bir zorlukla karşılaşıldığında unutulur oldu. Sorumluluk almadan mücadele etmeden, hemen kolaycacık o kutsal birliktelikler bir çırpıda bozulur oldu…

Sürekli veren biz olduğumuz için, bu toplumu kendi ellerimizle maalesef ki, sürekli alan bir topluma dönüştürdük ve şimdi de kara kara düşünmekteyiz, bu gidişin sonu ne olacak diye. Hiç sıkıntıya gelemeyen, küçücük bir zorlukla karşılaştığında bile hemen pes eden ve en küçük hizmeti ayağına bekleyen gençlerle doldurduk etrafımızı…

Çok daha geç olmadan bu gidişe dur demenin vakti gelmedi mi sizce. Yeni nesil anne ve babalar artık sıra sizde, nasıl yapabilirsiniz, daha doğrusu umarım yaparsınız. Bu toplumun acilen sorumluluk sahibi bir topluma dönüşmesi gerekiyor. Bunun için, bizim yaptığımız hatalardan lütfen sizler uzak durun, geleceğimiz tamamen sizlerin ellerinde, sizlerin daha bilinçli olması gerekiyor bu konuda…

Öncelikle yetiştirmeye çalıştığınız çocuklarınıza sorumluluk vermekte tereddüt etmeyin. Siz sorumluluk verdikçe, onlar daha fazla alacak ve daha çok güçlenecekler bundan emin olun. Çok da fazla koruyup kollayan anne-baba olmaktan kaçının, bırakın çocuğunuzu kırılacak bir biblo gibi görmeyi. Düşsün ki kalkmayı öğrensin. Zannettiğiniz gibi kırılmaz daha da güçlenerek kalkar o düştüğü yerden. Tabii ki bu arada çocuk, genç, kendini tamamen yalnızda hissetmemeli. İhtiyaç duyduğunda, anne ve babasının her an ona destek olacağınızdan da emin olmalı, yanında olacağınızı da hissettirmelisiniz.

Aslında en önemlisi, Türk toplumunun bugünlerde unutulmaya yüz tutan değerlerini yeniden keşfederek, değerli hale getirebilmek…

Kısacası günümüzde, küçük büyük karmaşası aldı başını gidiyor. Büyük büyüklüğünün farkında değil, küçük ise küçük olmanın ne anlama geldiğini bile maalesef ki bilmez hale geldi… İlk iş olarak küçükler küçüklüklerini bilerek saygı ile, büyükler ise büyüklüklerini bilerek, sevgi ile hareket etmeli.

Sonuç olarak, her bireyin sorumluluğunun bilincinde olarak hareket etmesi halinde, çok da zorlanmadan gereken her şeyin yerli yerine oturacağını göreceksiniz…

DEĞERLERİNİN FARKINDA OLAN BİR TOPLUM İÇİNDE, HOŞÇA KALIN

Zeliyha ÇINAR