O meşhur söz der ki: "Mutluluğu başkasının bahçesinde aramayın." Bu, sadece kişisel huzurumuz için değil, aynı zamanda *Denizli turizmi* için de geçerli bir düstur olmalı. Yıllardır başkalarının (İstanbul'un, Antalya'nın) turizm reçetelerine, parıltılı sosyal medya paylaşımlarına bakıp iç çekiyoruz. Ama artık Kral'ın çıplak olduğunu görme ve kendi eşsiz bahçemizi yeşertme zamanı geldi.
Dünden Bugüne Kırılan Fayanslar
1996'da, dönemin Valisi Yusuf Ziya Göksu önderliğinde inanç turizmini merkeze alan güçlü bir atılım başlatılmıştı. St. Philip'in mezarının ve Laodikya Kilisesi'nin ön plana çıkarılması, Hierapolis kazılarına hız verilmesi... Tüm bunlar, tıpkı kendi bahçemize attığımız değerli tohumlardı. Travertenlerin korunması için alınan ayakkabı yasağı, ucube yapılarla mücadele, antik kentteki otellerin yıkılması... Bunlar da o bahçedeki zararlı otları temizleme çabasıydı.
Ancak ne olduysa, bu süreçte Denizli'nin bahçesi, elinden alındı. Bir gecede Pamukkale, örenyeri statüsüyle Bakanlık bünyesine geçti ve işletme firmalara kiralandı. Tıpkı bir çiçeğin saksısının değiştirilmesi gibi, kökleri koparıldı. Sonuç mu? *Hemen dibimizdeki Pamukkale'yi görmeyen, gidemeyen bir Denizlili nesil oluştu.* Kendi değerinden koparılmış bir şehir, o değeri nasıl sahiplenebilir? İşte size en büyük hata!Halı Tüccarından Komisyon Avcısına: Güven Krizi
Bir turizm bakanının halıcılara takıntısı yüzünden onlarca halı mağazası ve Avrupalı turistin döviz bıraktığı bir sektörün aniden yok olması, ikinci büyük kırılma oldu. Turizm, sadece ören yerinden ibaret değildir; bir ekosistemdir. Bu ekosistemin bir parçasını kopardığınızda, zincirin tamamı zayıflar.
Bugün geldiğimiz son durum ise, "sözde turizm, sözde hizmet" kavramlarının tam bir özeti:
* *Güney Kapısı'nda Avcılık:* Rehberlerin otobüslerden inen turistleri gezdirdiği yerde, restoran çalışanları kelimenin tam anlamıyla "müşteri avına" çıkmış durumda.
* *Kalite Değil, Komisyon:* Menü, imaj, hizmet kalitesi mi? Hayır! Önemli olan, *rehberin kesesine girecek para.* Turistler, koyun misali, en ucuz fiyatı verene göre gezdirilip topluca yemeğe götürülüyor. Bu, turizm değil, bir tür açık hava pazarlığıdır ve Denizli'nin imajını dibe çekmektedir.
Denizli'nin Eşsiz Tohumları: Gastronomi ve Kalıcı Miras
Mutluluk, kendi bahçemizde yeşerir. Denizli'nin bahçesinde ise eşsiz tohumlar var ve biz bunları yeterince sulamıyoruz:
*Gastronomi Gücü:* Denizli, kebabıyla, tandırıyla, yöresel lezzetleriyle Ege'nin en önemli gastronomi merkezlerinden biri olabilir. Ama turistleri Pamukkale'nin etrafındaki komisyon odaklı "turist menülerine" hapsediyoruz. *Kebabçılarımız, şehir merkezindeki esnafımız bu döviz getiren kitleyi görmüyor bile!* Turisti otobüsten indirip şehir merkezine, Kaleiçi'ne, yerel lezzetlerin peşine düşürecek bir akış planımız olmalı.
*Laodikya'nın Taçlandırılması:* Laodikya'nın "Geçici Miras Listesi'nde" kalması kabul edilemez. Yılda yaklaşık *160 milyon kişinin sadece kalıcı miras listesindeki yerleri ziyaret ettiğini* düşünürsek, bu, Denizli için kaçırılmış devasa bir fırsattır. Turizm atılımı, sloganlarla değil, UNESCO gibi somut hedeflere odaklanarak gösterilir. Laodikya'yı kalıcı miras listesine taşımak, kendi bahçemize ektiğimiz en değerli tohum olacaktır.
Kendi Bahçemizi Sevelim
Mutluluğu başkasının bahçesinde aramak yerine, kendi iç dünyamızın zenginliklerine yönelmek gerektiğini öğrenmiştik. Denizli turizmi de aynı şeyi yapmalıdır:
* *Komisyon odaklı, kalitesiz hizmeti temizlemeliyiz.* (Zararlı otları temizleme fırsatı)
* *Laodikya ve gastronomi gibi eşsiz değerlerimize yatırım yapmalıyız.* (Umut tohumları ekmek)
* *Denizli halkını Pamukkale ile yeniden barıştırmalıyız.* (Kendi bahçemizin eşsiz güzelliğini fark etmek)
Kendi bahçemizin toprağını sevgiyle işlediğimizde, en güzel çiçeklerin açtığını göreceğiz. Denizli'nin gerçek rengi, beyaz travertenlerin ötesinde, kendi özgün kültürü, tarihi ve lezzetlerinde saklıdır. *Kral çıplaksa, giysisini dikmeye de önce kendi bahçemizden başlamalıyız.*