Tam Soma faciasının ertesi günü idi. Kırmızı ışıkta sağ arkamda duran aracın patlak hoparlöründen son ses müzik geliyordu. Arkama doğru bir hışım döndüm. Kuş serisinden yanlayanlardan bir otomobil, tüm camları açık şekildeydi. Saçları otomobil yıkamaya yarayan kazıklı süpürge kıvamındaki gence işaret ettim. Yaklaştı "kıs o sesi, yüzlerce kişi hayatını kaybetti" dedim. Pişman olacağım derecede ağır sözleri de söyleyebilirdim! Bu yaşadığımı anlattım da “karışma” dediler. Karışmaya karışmaya, özgürlüğün tanımını doğru oturtmayarak saygısız, duyarsız hale geldik. Biz olabilmek için bir diğerine saygı göstereceğiz. Özgürlüklerimizin de sınırları var. Ali'nin yumruk atma özgürlüğü, Veli'nin burnunun başladığı yere kadar.

 

İfade özgürlüğüne saygı duyuyorum elbette. Ancak karar mekanizmalarının üst seviyelerinin radikalleşmesinden, kendilerine benzemeyenleri yok saymalarından, kendilerine benzetme çaba ve hırslarından da korkuyorum. Örneğin; bir Anneler Günü etkinliğinde "Kadınlar anne olun. Siz iyi anne olursanız toplum düzelir. Bırakın çalışmayı. Siz çalıştıkça erkekler işsiz kalıyor" deme cüretindeki yetkili gibi. Ve sadece hoyratça savurduğu bu ifadeler değil, "Çocuklarla kaliteli zaman geçirmek önemlidir. Çalışan kadınlar da bu dengeyi kurarak iyi evlat yetiştirebiliyorlar. Amma çocuk tek başına dünyaya gelmiyor. Ana ve babanın ayrı rolleri var. Baba ile kurulan dengeli ilişki; erkek çocuk için rol model, kız çocuk için ileriki dönemlerde erkeklerle olan mesafesinde hata yapmasının önündeki engeldir. Bu nedenle sorumluluklarınızı üzerinizden annelere atma kolaycılığını seçmeyin. Çocuklarınızla vakit geçirin" demişliğime sonrasında bir selama, ortak etkinliklere davet etme noktasında konulmuş ambargodur da beni ürküten.

Bu sabah annesiz, babasız, kimsesizlerin kimsesine kalmış ve O’nun sayesinde sahip çıkılan çocuklarla bir aradaydık. Bir sivil toplum kuruluşunun kahvaltısı vardı. Kendi çocukluğuma döndüm bir an. Gururlu bir çocuktum. Canımı yakmak isteyenlerin girişimlerine mukabil, akacak bir damla gözyaşı ile; başarıya ulaştıklarını, kazandıklarını düşünecekleri gerekçesi ile zinhar ağlamazdım. Eve giderdim de, merdivenleri boğazım düğüm düğüm çıkardım. Kapıyı çalardım son bir sabırla.  O hayatımdaki muhteşem kadın açardı kapıyı ve ben o an koyuverirdim çeşmeleri. Salya sümük “Anneee! Falanca bana vurdu”. Alır, sarılır, avuturdu. Merhamet edecek kişiyi bilirdim ona anlatırdım derdimi, o görürdü en zayıf halimi. O çocukları düşündüm ve imtihanları mı ağırdı, karıldıkları toprak demir cevherine mi haizdi karar veremedim bir an. Ancak sahip çıkanlar, kimsenin görmediği o gözyaşlarını silenleri takdir ettim. İmrendim. Allah razı olsun hepsinden.

Kutsal olan ne varsa annelikle bağdaştırılır: Ana vatan, toprak ana gibi. Saygı duyulur. Kastedene af olmaz.

Büyük olan ne varsa anne başındadır: Ana cadde, ana arter gibi. Diğerlerinin büyüklüğünün önemi yoktur.

Öz ve önemli ne varsa anne içindedir: Ana konu, ana fikir, ana devre gibi. Kapanırsa sürdürülmez, istenen gerçekleştirilemez, diğerlerinin hükmü yoktur.

Şefkat ve merhamet içeren her ne varsa anne ile ilintilidir: ana kucağı, ana sınıfı, ana kuzusu gibi. Her gözlemlediğinizde çevrenizde kıyamama ifadeleri maşallahlar duyulur.

Anne eli değmiş gibi olur her dağınıklık toparlayabilen olduğunda. Kimse sevemez beni "annem gibi", her kalp kırıklığında.

Üstüne değe değe kokusunun sirayet ettiği anaların ayakları sayesinde cennet kokulu bir vatandır Anadolu. 
Yüreği, sinesi, sırtı, omuzları geniştir. Neleri neleri sığdırır, taşır analar. Ve onlar iyi ki varlar.

 

Annem her anneler gününde şiir ister hediye olarak… Geçmiş yıl kontenjanından da pek hoşlanmaz ise de akrostijle bitireyim;

 

Aramadan bulduğum hazinemsin sen

Nağmelerin tatlı dilisin sen

Nazımı çeken, yüzümü güldüren

En güzel kadınsın sen

 

Tüm annelere sevgi ve hürmet, ebediyete göçmüşler için rahmet ve bir fatiha ile...ANNELER GÜNÜ KUTLU OLSUN