Bizler küçükken düşerdik ve bir yerimiz acıdığında annemiz babamız “Öpeyim de geçsin.” derdi. İşe yaradığını düşünüyorum çünkü acımız azalırdı. Güven duygusunu, hayatta tek başımıza olmadığımızı bize hissettirdikleri, acımızı paylaştıkları cümleydi o.

 

Tabii düşe kalka devam ettik hayata. Ailemizden ayrılıp kendi ayaklarımız üzerinde durmaya başladığımız yıllarda aldığımız yaralar daha çok fiziksel değil, manevi yaralar oldu. Şanslıysak kardeşimiz, gerçek bir dost veya ilgili bir eş hayatımızda yer aldı. “Öpeyim de geçsin.” Mecazi anlama dönüşse de ve kendi kendimize ihtiyaç duymadığımızı söylesek de, anlamı önemini hiç yitirmedi.

 

Hele çocuğumuz olup sorumluluklarımız artınca yada yaşımız ilerlediğinde daha çok biz öpüp de iyileştirecek taraf olduk.Çevremizdekilerin aklınada bu sözübizim için söylemek gelmez oldu.En yakınlarımıza bile güçlü görünmek için ihtiyaç duyduğumuz halde paylaşmayıp sorunlarımızı içimize attık, belli etmek istemedik.

 

Kendi içimizdeyalnızlaştıkça, kendi kabuğumuza çekildikçe, çevremizde birçok insan olsa bile iyileştirmekten vazgeçtiğimiz duygusal yaralarımızın üzerine yara eklenmemesi için uğraşır olduk. Artık ilişkiler daha temkinli, daha uzak ve kişisel duvarların ardında yer almaya başladı.

 

Yeterince güçlü isek, deneyimlerimiz bize sorunlarla başa çıkmayı öğretti ise o zaman bu duvarları, ilişkilerimizdeki bu güvensizliğineden kaldırmıyoruz? Yara almaktan korkmayı da, kendi kendimizi yalnızlaştırmayı da neden bırakmıyoruz?  Çevremizdeki insanlara yeniden bir fırsat verip iç dünyamızı onlaraaçmalıyız. Öpüp de geçirilecek her yaramız için onlara izin vermeliyiz.  Bize ihtiyaç duyan insanların da ihtiyaç duydukları ilgiyi onlara göstermeliyiz.

 

Kısa ve özünden düşünürsek;

 

Öpün de geçsin!