ŞAŞIRACAK HAL KALMADI!

Bu güne kadar doğru bildiğim her şeyin ters kepçe olduğunu görmek, insanlardaki duyarsızlık, merhamet, vicdan gibi duyguların günümüzde bir sözcükten ibaret kaldığına şahit olmak içimi kanatıyor.

Değerlerimize sahip olamadığımız gibi, elimizden kayıp gitmelerine gözlerimizi sımsıkı kapatarak yanımızdan uzaklaşmalarına seyirci kaldık.

Hiç olmazsa insan yanımızı kaybetmeseydik!

En azından onu korumayı bilseydik.

Nerdeeeee?

Bakıyorum da ilk kaybettiklerimiz arasında yer alan insani yanımız olmuş.

Toplumun geldiği noktaları tüm açıklığıyla görmesine görüyor, duymasına duyuyorum da, yine de inanmak istemiyorum sanırım.

Bilhassa görüp şahit olduklarım ise bende şaşıracak hal bırakmıyor artık.

Geçtiğimiz günlerde Pamukkale’ye gitmek için garaja inmiştim.

Pamukkale minibüsünün kalkışına 15 dakika olduğunu öğrenince, büfelerden birinin önündeki masalara oturdum. Bir kahve söyledim önce. Ardından büfeyi çalıştıran kişiye dönüp “Bir de kül tablası alabilir miyim acaba?” diye sordum.

Adam gayet pişkin ve sırıtarak “Kül tablasına gerek yok. Sigara içecekseniz şu yanınızdaki su giderinin içine atın. Zaten herkes oraya atıyor” demez mi?

Biz bize ait olanı koruyamazken, korumak bir yana yok etmek, kirletmek, kırıp, dökmek, parçalamak için her şeyi yaparken, değerlerimizi başkaları mı koruyacaktı?

İkinci bir olayı ise birkaç gün sonra yaşadım.

Bu sefer Acıpayam’da haberlerini girdiğim gazeteye gitmek için düşmüştüm yollara.

O gün Basın İlan Kurumu’nun gazete denetimi de vardı.

Denetimden sonra, gazetenin sorumlusu olan bayan arkadaş, genç bir muhabir kızımız ve iki kızıyla birlikte bizi Acıpayam’ın gurur kaynağı olan Ucarı Göleti’ne götürmeyi teklif etti.

Hep birlikte gölete gittik. Daha önce Ucarı göletinin bir bataklıktan ibaret olduğunu, belediyenin başarılı girişim ve çalışmasıyla yemyeşil cennet gibi bir yere dönüştüğünü de anlattı bize.

Gölete vardığımızda, gördüklerimin onun anlattıklarının bile üstünde olduğuna şahit oldum. Muhteşem bir gölet, içinde yüzen kaz ve ördekler, yemyeşil bir doğa ve yine o doğanın içinde insanların pikniklerini yapabileceği alanlar ile restaurantlar olduğu çarptı gözüme.

Yeni evlenen veya nişanlanan çiftler bu güzel manzarayı ölümsüz kılıp, en önemli günlerine yansıtmak için sürekli fotoğraf çektirmeye de geliyorlardı.

O güzel doğada gezindikten, güzel fotoğraflar çektikten ve her yerini uzun uzun gezdikten sonra, ağaçların altında dinlenmeye, bir yandan sohbet ederken, diğer yandan sevimli kaz ve ördeklere ekmek atıp onların ekmekleri kapışmak için sergiledikleri şirinlikleri izlemeye başladık.

Bir ara gözüm göletin üstündeki köprüye ilişti.

Adamın biri kucağına topladığı taşları köprüye bırakıyor, ardından yeniden iri ve büyük taşlarla dönüp geliyordu.

Hepimiz merak etmiştik bu adam ne yapıyor diye, ama anlamamıştık.

Adam kocaman taşları, suda yüzen o güzelim kaz ve ördeklere fırlatmaya başlayınca önce kısa süreli bir şoka girdik ve ardından durması için bağırmaya başladık.

Aramızdaki mesafe bir anda koşup yakalamak için bir hayli uzaktı. Biz bağırarak durdurmaya çalışırken, o kocaman taşları kaz ve ördeklerin kafasına, vücuduna savurmaya devam ediyordu.

O kadar öfkeyle dolmuştum ki, koşmaya başladım ve adamın önüne geçerek “Sen ne yapıyorsun vicdansız yaratık. O masum hayvanları öldürmek mi istiyorsun? Sen deli misin?”

diye bağırınca, bana “Bu gölette balıklar var ve ben onları besliyorum. Bu hayvanlarda onlara attığım yemleri yiyorlar. Tabi taş atarım. Öldürürüm bile” demesin mi?

Karşımda bir deli mi, yoksa meczup mu var anlamamıştım ama “Sen ne biçim bir yaratıksın böyle. Bir canlıyı yaşatmak isterken, diğerini öldürmek, yok etmek hangi vicdana ve akla sığar? Sen deli misin be adam!” diye bağırınca yanımdan aceleyle uzaklaştı. Biz bütün bayanlar olayın şokunu üstümüzden atamamış ve yaşananları aklımız bir türlü almamışken, gölette bekçi olarak görevli olduğunu söyleyen bir adam yaklaştı yanımıza. Olanlardan haberinin bulunduğunu söylerken “Kazlara taş atan o adam deli değil. O kazlar bizim belediyeye değil şahsa ait. Kendisine defalarca kazlarını bizim gölete bırakmaması için ikaz ettik. Dinlemiyor bırakıyor. İsterseniz hepiniz birer tane alıp gidin bu kazlardan. İster pişirip yiyin, ister atın satın!” demez mi?

Duyduklarıma ve gördüklerime şaşıracak hal kalmamıştı bende..

Bu nasıl bir duyarsızlık, bu nasıl bir vicdansızlık ve bu nasıl bir insanlıktı.

Doğanın içindeki o masum canlıların kime ne zararı vardı ki, insanların bu acımasızlığıyla karşı karşıya kalıyorlardı.

Tam tersine güzellikleri, sevimlilikleri ve cana yakınlıklarıyla çevrenin güzelliğine güzellik katıyorlardı.

İster belediyeye ait olsun ister şahsa. Ne fark ederdi. Bu sevimli hayvancıklar göleti yiyip bitirecek miydi? Bu nasıl bir anlayış, bu nasıl bir cehalet ve bu nasıl insanlık dışı bir hareket anlamak mümkün değil.

Kısacası biz toplum olarak önce insanlığımızı yitirmişiz..insanlığını yitiren başka değerlerine sahip olabilir mi??