Geleneksel Türk yarışlarından ve stres atma yöntemlerindendir: “çekirdek çitlemek”. Hatta yurtdışında “siz papağan yemi yiyorsunuz” diye gülmelerin eşlik ettiği sözleri duymak, zaman içinde en klişe espriler gibi baygınlık verir. Çiçekyağının nereden elde edildiğine, papağan yeminin bir sonraki aşamasını bilip bilmediklerine, ayıların armudu, maymunların muzu sevdiği ve yediği için bu meyveleri de yiyip yemediklerine dair sorularla papağan yemini tüketmenin, kuş beyinli yapmadığına kanaatleri pekişene kadar uğraşırsınız. Ancak aslolan şudur ki; Türkler ve çekirdek o derece özdeşleşmiştir. 

Ankara’nın akşamlarında özellikle de İzmir Caddesi civarında kavrulur çekirdekler Denizli’deki leblebi yerine. Tuzsuz ve sıcak… Kokusundan alınır çoğu kere. İzmir’de çiğdem denir ve sahil boyu gazete kağıtlarından külahlara bir çay bardağı ölçüsünce satılır. Çekirdek her ortamda yenilir, her duygu durumunda da. Yalnızken veya koyu sohbetlere gark olurken kalabalık arkadaş gruplarında da. Sahilde, piknikte, yurtta, bahçede, kış gecelerinde …

Halk arasında anlatılır. Kadının biri ha şunu da yiyeyim, ha bunu da yiyeyim derken akşamı etmiş ve akşam eve gelen kocası yemek olmadığını görünce kadını boşamış. Hani bir yemeğe kadın boşanır mı bilmem de, başlandığında kaptırıldığı kesin. Hele bir de yanında sohbet ve bir de içecek varsa. Bir başlarsanız bırakamama ihtimaline karşı bence tuzluları da üretilmiştir. Hiç yoksa dudaklarınız kavrulunca yemeyi bırakasınız diye. 

Çekirdek denilince farklı bir hobi de var. Çitlenmiş kabuklardan öbek yapmak! Ve öylece bırakıp gitmek. Eser yaptım sanıyor bir de… Bir sonraki aynı mekana geldiğinde de bir önceki sefer yapan hiç o değil gibi “ayyy ne pis olmuş buralar, eskiden ne güzeldi” diyor. Beton zeminde, çimlerde vereceksin ellerine faraş ve süpürgeyi, ne derece sinir bozucu olduğunu anlamaları için süpürttüreceksin. Stresini atarken başkaları bıraktığın eser/pislik yüzünden strese giriyor farkında bile değil.  Hatta ne diye maaş alıyorlar, süpürsünler, temizlesinler. Tıpkı “beni dünyaya getirdiyseniz, bakmak zorundasınız diyen ergen tribi” gibi.

Çocukluğumda yazlık evimiz bir kamp alanına yakındı. Kampın sorumlusu bir emekli albay amcamız vardı. Adını hatırlamıyorum ama “Albay amca” idi. Hatta onların evi de bizim evimizin tam karşısında idi. Albay amcamız, her konuda düzenli, kurallara bağlı olduğu gibi çevre konusunda aşırı duyarlı birisi idi. Her ne zaman çekirdek, kabuklu yemiş yiyen birilerini görse üşenmez her köşe başına yerleştirttiği derinliği çok olmayan orta boy tencere boyutundaki metal çöp kovalarından birini alır getirir, o kişilerin önüne bırakırdı. İlk yaptığında insanlar utanırlar, zaman içerisinde bu kurala uyum sağlarlardı. Yattığı yerler nur olsun, askerlik yapmadım ama sayesinde askeri düzenden sebeplenmişim.

2 sene önce PAÜ kavşağının ışıklarında kırmızıya yakalanmamız ve önümdeki Antalya plakalı aracın yola çöplerini atması bir oldu. 60 saniyeden uzun yanıyor o ışıklar. Aracımdan indim, yerden çöpleri toplayıp açık pencereden geri bırakırken “burası benim şehrim, kirletemezsiniz” dedim ve tekrar aracıma geri döndüm. Şoka giren yüz ifadesi komikse de ben bir daha Denizli sınırları içinde çöp atamayacağına eminim.

Yurtdışında katı kurallar vardır. Orada hepsine riayet gösteren gurbetçilerimizin 11 ay boyunca içlerinde tuttukları o sağa sola çöp atma isteği depreşip, güzel ülkemin sınırlarına girince derhal kaza etmeye başlıyorlar. Sınırdan girerken niyet de ediyorlar sanırım “Niyet ettim, kendi pisliğimi sergilemeyi kaza etmeye”! Geldiğin yerde yap da göreyim damarındaki asil kanı! Asil kanının ait olduğu topraklarda asaletin yoksa 5 para etmez kim olduğun, hangi marka arabaya bindiğin.

Geçenlerde teleferikte o güzelim bakımlı alanlarda çekirdek yerken öbekleme konusunda da mücadele edenlerin yanından geçerken “Ne pis milletiz. Bir poşette toplamak bu kadar mı zor” diye çıkıştım. Gözümün içine baka baka atmaya devam edenlerle hemşeri olmaktan ben utandım. Şehirlerin kültürleri vardır ve bu kültür içinde yaşayanlarca oluşturulur, geliştirilir, yaşatılır, sürdürülür. Denizli’nin yollarında iğrenç insani üst solunum yolu atığını püskürtene “kardeşim al şu mendili”, “çekirdeğinin çöpünü şu poşete koy”, “o çöpünüzü bıraktığınız yerden alın ve şurada bakın çöp kovası, oraya atın” diyebilmeliyiz.  Teleferiğe bir sonraki çıkışımda yanıma rulo halindeki küçük boy çöp poşetleriyle çıkmayı düşünüyorum. Başka gönüllüler varsa beklerim.