1. GÜN:  " Ohh ohh son günlerde çok yorulmuşum diyerek öğlene kadar yatma. Ardından mutlu ve sırıtan bir suratla kalkıp ellerimi ve yüzümü dirseklere kadar Hacı Şakir sabunuyla ovuştura ovuştura yıkama. Hemen sonrasında, dışında 80 derece yazsa da, kaç derece olduğu şansa kalmış kolonya ile dezenfekte..ve bir ohh çekip "coronamısın nesin gördün mü gününü?" diyerek boşluğa doğru çemkirme.. Gün boyu kitap okuma, haber yazma, çizme ve ikide bir buzdolabının başına bağdaş kurup oturma ve içini kontrol etme.. Gece yarısında "heh hee güzel gündü iyi bir dinlence oldu deyip başımı yastıkla buluşturma..

2. GÜN: "Sabah gözümün birinin kediler gibi önce açılıp, ardından diğerinin bin bir nazla açılması. Yataktan kalkarken 5 dakika düşünme payı.. Ardından duş ve ikna olmadığım için Hacı Şakir'le yeniden ellerimi 20 saniye yıkayış. Bu esnada el derilerimde kızarıklıklar oluşmaya başlamış. Birinci gün saydım yatana kadar 50 kere falan yıkamışım da. Ardından dolabın başına gidiş ve biraz peynir parçasıyla bir dilim ekmeği çayla mideye gönderiş. Bugünlük bu sana yeter deyip, karantinayla birlikte tavan yapan ilham perimi kaçırmadan hemen aklıma gelenleri bilgisayara döküş. Haberlere bakınca üstüme çöken üzüntü, moral bozukluğu ve stres. Akşama kadar bir içeri bir dışarı gidiş geliş..

3. GÜN: "Yataktan başımın önce, göbeğimin sonra kalkması..Coronadan kurtulsak obeziteden gideceğiz alimallah..

Ekmek almak için fırına kadar yürürken dışarıda iç içe oturan ağız ağıza çene çalan insanların karşısına geçip tüm öfkemi sesime toplayarak uzun bir fırça. Dağıtana kadar iki metre ötelerinde başlarında ekşiyiş. Evde de karılarının dırdırından kaçmışlar öyle dediler. Gazeteci çenesi karılarınınkinden baskın çıkınca kös kös evlerinin yolunu tutuş.

4. GÜN : Sabah yastıktan başımı ve göbeğimi kaldırmakta gösterdiğim müthiş performansın ardından, yine Hacı Şakir'e koşturuş.. Derilerde kanama başlangıcı. Aşırı Hacı Şakir sevgisi ve Eyüp Sabri Kolonyası tutkusu yüzünden. Biraz internet biraz televizyona bakış. Stres ve üzüntünün tavan yapması.

Bahçeye çıkıp çiçeklerimin arasında oturup biraz moral kazanayım dedim. Bahçede kedilerin, merdiven başında derin bir kuyu açıp terliklerimi gömdüğünü görünce onlara bariton sesimle çemkiriş. Evde karantinada olan kadın ve erkek başlarının camlardan bariton sesime uzanması. Delirdiğimi düşünüp aceleyle pencerelerini kapatışları.

5. GÜN : Hastaları, yaşamını kaybedenleri, bu kadar zor şartlarda çalışmak zorunda olanları, tehlikeyle iç içe yaşayan sağlıkçıları, ülkemi, ülke insanlarımın zor durumunu düşünüp paylaşımları izledikçe çöken moral ve kayışı kopmuş boşa dönen bir beyin.

Bu durumu düşüne düşüne devreleri yakmamak için, kendimi tamamen yazılarıma ve romanıma odaklama...

6. GÜN : Günlük rutinlerimin ardından bir kahve yapıp bahçeye çıkış. Çiçeklerimin arasında otururken bir de baktım ki yeni oluşan yapraklar kaç tane olmuş diye sayıyorum.

Yan komşunun bu arada balkonuna çıkıp bana iki metre mesafeden günaydın dedikten sonra corona günlüklerini sıralaması. Sesini kesip konu değiştirsin diye ağzımı bir açtım, bahçede ne kadar çiçek ismi varsa saydıktan sonra, çiçeklerin seceresini bile okumaya başladım. Bir ara başımı kaldırdım bir baktım içeriye kaçmış..

7. GÜN : Evde kendi ekmeğimi yapmayı öğrendim. Biraz uzaylı bir yaratığa benzediler ama tadı fena değildi.

Evin içini sirke, klorak ve sabunla kırkladıktan sonra, hızımı alamayıp apartmanın koridorunu da klorakla kırkladım. Bir ara çöp dökmeye çıktığımda apartmana girenlerin yüzlerini sardıklarını veya maskelerini gözlerine kadar çektiklerini gördüm. Afferin bak en azından tedbirli davranıyorlar diye düşünürken bir tanesi "öffff klorak kokusundan gebereceğim, Çabuk koşarak çıkalım yukarı kata" dedi yanındaki arkadaşına.. Nankörlere bak iyilikte yaramıyor. Yarın klorak, arap sabunu ve sirkeyi karıştırıp sileyim de o koridoru görün siz..

8 GÜN:  "Bugün ne olacak bende bilmiyorum. Kedilere çemkirip, ardından üzülüp yemek mi veririm. Çiçeklerimle mi dertleşir sohbet ederim, haberlerimi yazdıktan sonra, kitabımdan üç beş sayfa yazıp sanki 50 sayfa yazmışım gibi havaya girip kendimi kahveyle mi ödüllendiririm. Kafayı sıyırmamak için hiç haber mi izlemem bilmiyorum.

 Bu biraz "Bir Delinin Hatıra Defteri" diye bir kitap vardı gitgide ona dönüşüyor ama olsun. Daha sıyırmadık çok şükür.

Bu sabah ( sabah dediysem 7-8 sanmayın saat 11.00 gibi) gözlerimi açtığımda büzülüp kalmış olduğumu gördüm üşümüşüm de. Üstümdeki yorgana baktım, karyolanın dibinde dertop olmuş vaziyette..

Kendi kendime "Allah allah yaaa..Bu kadar koca yorgan nasıl atmış kendini aşağıya. Yoksa gece corona ziyaretime geldi de onunla mücadele edip kılıç kalkan oynarken yorgan arada telef olmamak için kendini aşağıya mı attı" diye düşündüm. ama sağ salim uyandığıma göre bir şekilde kaçırmışım mendeburu.

Zaten bundan sonra başucuma biber gazı da koyacağım. Bir daha sinsice ziyaret falan etmeye kalkarsa o iğrenç borularından her birine tek tek sıkacağım. O biber gazıyla çakır keyif durumdayken de elektrik şoku uygulayacağım namussuza..

Ardından yorganı firar ettiği yatağa geri koyup parmağımı salladım "Bir daha kendini aşağıya atarsan, bak bu sefer ben seni dışarıya atacağım. En azından üstünde kediler, köpekler yatar da onlar azıcık ısınırlar. Üstün başın da pire dolar görürsün gününü diye tehdit etmeyi de unutmadım.

Her zamanki Hacı Şakir teranesinden sonra ellerimin haline bir baktım. Çatlamış, deri iyice incelmiş. Ben elime bakarken bir arkadaşım aradı ve "Yazını okudum Sevim sen ne yapıyorsun ya evin içinde? Sürekli ellerini yıkayıp durman gerekmez ki" deyince "Canım Hacı Şakir tutkusu sanırım, haaa birde paranoyaklaştım galiba" dedim.

Ardından doğru dolabın başında aldım soluğu. İçini kontrol ettim. Dolapta kalan malzemeler "Yarım fincan zeytinyağı, bir kaşık tereyağı, yarım torba un, yarım torba pirinç, üç diş sarmısak, bir limon ve bol bol bitki çayı.Yarımşar torba üç tane makarna. Makarnalara bakarken bir gülme tuttu beni. Biz Türk halkının can simitleri, olmazsa olmazları.. onlara da elimi salladım öfkeyle. ve "Ahh Ahh ne geldiyse siz masum görünüşlü kuru hamurlardan geldi başımıza. Evde aç kalsam da sizi pişirmeyeceğim protesto ediyorum dedim. Kendi yaptığım ekmeği tost makinesine koyup üstüne biraz tereyağı biraz peynir ilave edip mideye indirdim. Akşama Allah Kerim. Ardından koca bir cam şişeye limonun yarısını küçük küçük kesip doğradım. Üstüne biraz sirke, biraz tarçın ve sıcak su ilave ettim. Balkona çıkarken, bahçeye inerken, bilgisayarımın ve yatağımın başında benimle birlikte gezip duruyor. Her 10 dakikada bir üç beş yudum alıyorum.

Bakalım bundan sonrası ne olacak. Günler neler getirecek. Ama bir gerçek var ki bu yarasa yiyenlerden gelen iğrenç virüs hem hepimizin psikolojisini, hem sağlığını, hem de ekonomik durumunu altüst etti. Kendimizi bir türlü uyanamadığımız bir karabasanın içinde bulduk. Üç kuruşla evini idare etmek için virüs bile vız gelip işine koşturanlara mı, ev de tıkılıp kalan yaşlı ve hastalara mı, minicik çocuklara mı, dışarıda aç kalan hayvancıklara mı, birbirine selam bile vermekten korkar hale gelen komşulara mı, virüsten kurtulsa, ekonomik sıkıntıdan nasıl kurtulacak bu insanlar diye düşünmekten devreleri yakacak hale gelen kendime mi, ölümle burun buruna hizmet veren sağlıkçılarımıza mı? Umarım bu karabasan ve korku filmini andıran durumlardan hep birlikte kurtulur güneşli günlere sağlıkla "Merhaba" deriz..

Sağlıkla, sağlıcakla kalın sevgili dostlar.