Toplumun inanıp, uyguladığı ve geleneksel hale getirdiği deyim ve atasözleri arasında bulunan “erkektir döver de sever de, dayak cennetten çıkmadır, eti senin kemiği benim, nasihatten uslanmayanın hakkı kötektir gibi” söylemler şiddet konusundaki düşünce yapımızı ortaya seren kabul edilemez bir olgudur.

“….Geçtiğimiz günlerde bebek kıyafetleri satan bir arkadaşımı ziyaret etmiştim.

Tam arkadaşımın ikramı olan çayı yudumlarken kapıdan içeriye kucağında bebeğiyle genç bir kadın girdi. Önce onu müşteri zannettim. Fakat çantasından çıkardığı ve elde örülmüş poşet torbalarını görünce, onları arkadaşımın işyerine satılması için getirdiğini öğrendim. Genç kadına da çay ikram eden arkadaşım, kadının üç çocuğu olduğunu ve tek başına çocuklarıyla yaşam mücadelesi verdiğini söyleyince, genç kadına döndüm ve hikayesini dinlemeye başladım. Genç kadın minicik yaşlarda ana babasını kaybettikten sonra, 14 yaşına kadar amcası bakmış. Fakat bir boğazı daha uzun süre besleyemeyeceğini öne sürerek, 14 yaşındaki henüz ergenliğe ulaşan kızı, kendi seçtikleri bir adamla evlendirmişler. Ve ‘işte bu senin kocan. O ne derse bundan böyle o olacak’ diyerek koca evine göndermişler.

14 yaşında evlenen ve 15 yaşında anne olan genç kadın geçen yıllarla birlikte en küçüğü 9 aylık olan 3 tane çocuk dünyaya getirmiş. Fakat kocası alkol bağımlısı olduğu için hemen hemen her gün şiddet görmüş. Bir yıl önce artık daha fazla dayanamadığı için bulunduğu şehirde kadın sığınma evine başvurmuş. 3-4 ay öncesi de oradan ilimizdeki sığınma evine gönderilmiş. 3 çocuğuyla bir süre sığınma evinde kalan genç kadın sonunda kendisine küçücük bir ev bulup çıkmış. Evinin kirası ve çocuklarının bakımı için evde bir şeyler örüp, üreterek satmaya başlamış. Onu gördüğüm gün arkadaşıma, çevreden apartmanlarının merdivenlerini yıkatacak kişi arayanlar olursa kendisini haberdar etmelerini söylüyordu.

Anlattığım örnek sadece bir tane kadının değil, ülkemizde 10 kadından en az 4’ünün bu problemleri yaşadığının da bir kanıtıdır diye düşünüyorum.

İstatistiklere  bakıldığında, Türkiye’de yaşamlarının herhangi bir döneminde cinsel şiddete maruz kalan kadınların oranı yüzde 12, fiziksel şiddete maruz kalanların oranının ise yüzde 36 civarında olduğu da görülüyor.

Bu buzdağının sadece görünen yüzü. Görmediklerimizi, dışarıya sızdırılmayanları da düşündüğümüzde bu oranın daha büyük olduğunu düşünmeden edemiyorum.

Şiddet olgusunun fiziksel ve ruhsal hasarlar bıraktığı da ortada olan bir gerçek olduğu halde, ne yazık ki bu olgu nesilden nesile aktarılmaya devam ediyor. Hukuki bağlamda yapılan düzenlemeler bile bu konuda yetersiz kalıyor. Bence öncelikli olarak toplumdaki cinsiyet tutumunun değiştirilmesi gerek. Bunun için de çocukluktan itibaren aile içindeki bilinçli eğitim, yaşam devam ettiği müddetçe toplum tarafından da desteklenirse ve de toplum şiddet konusuna sessiz ve duyarsız kalmayı bırakırsa şiddetin önü alınabilir.

Aksi halde cinsel ve fiziki şiddet korkarım ki daha yüksek boyutlara ulaşacaktır.

Bu konuda tüm toplumun belli bir bilince sahip olması sağlanmalı, gerekirse toplumda yaşayan tüm fertler şiddet olgusuna karşı zorunlu bir eğitime tabi tutulmalı diyorum.

Kadına, çocuğa yapılan her türlü şiddetin son bulması dileğiyle..

Şiddetin yaşanmadığı günler diliyorum.

Sağlıcakla.