PKK Terör örgütünün yurt dışı bağlantıları her zaman gündeme getirilmiştir. Sade vatandaşlar, PKK’nın dış güçlerden destek almadan var olamayacağını bilir. Ancak, hangi yabancı kuvvetin bu kötülüğü bize yaptığını çözemez.

 

Bir bakarsın Avrupa’nın başkentlerinde PKK yöneticileri ağırlanır, bir bakarsın ABD silahları PKK’nın üzerinde yakalanır. Diğer tarafta gün gelir, PKK’nın kurulduğu ve büyütüldüğü ülkenin, yani Suriye’nin en yakın dostlarının İran ve Rusya olduğu ortaya çıkar.

 

Bir nefes alalım ve bu çetrefilli meseleye daha doğru açıdan bakalım;

 

PKK 1980 darbesine kadar küçük bir Marksist Leninist örgüt olarak varlık gösteriyordu. Darbe sonrasında Türkiye, Asala ile yıpratılırken Bekaa Vadisinde PKK büyütülmeye başlandı. Şam ve Erivan, o dönemlerde SSCB’nin KGB’sinin en güçlü olduğu başkentlerdi. Yani Amerika’nın desteklediği darbe sonrası Türkiye’ye karşı SSCB, Asala ve PKK’yı kullandı.

 

İran Irak savaşı bittiğinde Baas Lideri Saddam, Kuzey Irak’a gelip yerleşmiş olan Barzani’ye bağlı aşiretleri ve Süleymaniye bölgesindeki Talabani yandaşlarını silah zoruyla baskı altına almaya çalışıyordu. Halepçe katliamı 1988’de Kuzey Irak’taki muhalefeti bastırmak için yapıldı. Ancak bu cinayet o bölgedeki grupları daha fazla hareketlendirdi. ABD Saddam’la yapacağı hesaplaşmayı Kuzey Irak’ta ortaya çıkan bu muhalefet üzerinden şekillendirmeye başladı.

 

Savaş sonrası kaotik ortamda Baba Esat’ın baskısı sonucu PKK, Barzani’ye rağmen Kuzey Irak’a yerleşti. ABD ve PKK arasında en hızlı irtibat söz konusu dönemde başladı.

 

Saddam Hüseyin’in uzatmalı liderliği 2004 yılına kadar sürdü. Bu dönemlerde, Kuveyt’in kurtarılması maksatlı sıcak savaş, Saddam Yönetiminin yıpratılması amaçlı uçuşa yasak dönemler ve Saddam’ın idamına giden ikinci körfez harekâtı yaşandı.

 

Önemli bir petrol ülkesi işgal edilecekti ve yabancı güçlerden destek almak adına her türlü insani değeri ayaklar altına alabilecek potansiyele sahip PKK adındaki örgüt orada konuşlanmıştı. PKK ve ABD bu ortamda bir araya geldiler ve bu birliktelikten Türkiye zarar gördü.

 

Doksanlı yıllarda Türkiye, PKK terörüyle mücadelesinde uluslar arası camiadan hiçbir destek verilmeyeceğini görmüş, kendi göbeğini kendisi kesmeye karar vermişti. Nitekim Çanakkale ruhu Doksanlı Yıllar boyunca Türkiye’nin doğusunda yeniden kendini gösterdi, Türk ordusu PKK’yı sindirdi ve boynunu büküp ülke dışına çıkmak zorunda bıraktı.

 

PKK, APO’nun yakalanması sonrasında 1999 ve 2004 yılları arasında kuluçkaya yatarak farklı taktiklerle yeniden terör uygulamaya hazırlandı.

 

Terörle mücadelede kırılma noktası; savaşın hemen bitiminde Irak’ın işgalinin en etkili dönemlerinde Türk Özel Kuvvetlerinin üs bölgesine yapılan baskın oldu. Çuval geçirme olayı olarak bilinen bu hadise ABD PKK birlikteliğinin zirve noktasıdır. Zira Özel Kuvvetler, Türk Ordusunun Kuzey Irak bölgesinde yapacağı operasyonlarda tıkama görevini yapıyordu. Tıkama yapılmadığında büyük operasyonlar basit bir kovalamacadan öteye gitmeyecekti. Nitekim işgalcilerin Özel Kuvvetlere yaptığı baskın sonrasında icra edilen sınır ötesi harekâtlar etkisiz oldu.

 

İkinci Körfez Savaşının bitimi ve Suriye iç savaşının başladığı döneme kadar PKK, Türkiye’deki faaliyetlerini uzaktan kumandalı patlayıcılarla sürdürdü. Aynı dönemde İran’a da PJAK adı altında saldırmaktaydı. Şimdilerde bu saldırıların ABD’ye şirin görünmek için yapılmış olduğu daha iyi anlaşılabilmektedir.

 

Dünyanın gözü Suriye’ye çevrildiğinde PKK, gücünün büyük kısmını Rojova adını verdiği Kuzey Suriye’ye kaydırdı. PJAK birimlerini İran Kandiline geri çekti. Türk Devleti tarafından tamamen iyi niyetlerle başlatılmış çözüm girişimlerine destek veriyor gibi görünerek üzerindeki baskıyı azalttı. Diğer taraftan Kırsala Dayalı Şehir Gerillaları adını verdiği birimleri kurmaya devam etti.

 

Suriye’de işler tam PKK’nın istediği gibi ilerliyordu. Oğul Esat, iç çatışmaların başladığı ilk günlerde Afrin, El Cezire, Kamışlı ve Kobani başta olmak üzere PKK/PYD’nin etkili olduğu bütün alanlardan çatışmasız geri çekildi ve o bölgeleri kanton olarak tanıdı. Bu açıklamayı Suriye Rejimi ile İran ve Rusya’nın müttefik olduğu gerçeğini akılda tutarak okumak gerekir.

 

Aynı dönemde DEAŞ adı altında ortaya çıkan ve Saddam’ın eski muhafız ordusuyla bağlantılı gizemli güç, PKK’ya saldırmakla meydanı ona terk etmek arasında gidip geliyordu. Özetle; DEAŞ sayesinde PKK/PYD NATO’nun açık müttefiki oluyor, onun işgal ettiği noktalara girmek için fırsat buluyordu.

 

Putin Rusya’sı 2000’lerden sonra tek adam dönemlerinin tepkisel politikalarının tipik örneklerini sergiliyordu. 2008’de Gürcistan, 2014’te Ukrayna’da sıcak çatışmalara doğrudan müdahil olmuştu. Suriye ,ç savaşına da aynı hızla kuvvetlerini gönderdi.

 

Türkiye ile uçak düşürme krizi olunca derhal PKK/PYD ile doğrudan iletişim kurdu, bu iletişimi Kamışlı’ya Rus askeri üs bölgesi kurulması boyutuna vardırdı. Bu günlerde, Türk devletinin diplomatik yollarla yaptığı girişimler sonrasında PKK/PYD’ye verdiği destekten vazgeçti.

 

Uçak düşürme krizi döneminde Rus Askerinin, boğazdan geçerken doğrulttuğu karadan havaya füze dikkat çekiyordu. Kısa süre sonra PKK tarafından füze ile helikopter düşürüldüğü iddiaları hafızalarda kaldı.

 

Özetle PKK, hiç bir değer ölçüsü olmadan ittifaklar peşindedir. Yapay bir toplumsal ayrımcılığın üzerinde var olmaya çalışmakta olduğunun farkındadır. Tek amacı Türk Devletine zarar vermek isteyenlerin ekmeğine yağ sürerek varlığını devam ettirebilmektir.

 

Şimdi bütün dünya nefesini tutmuş 20 Ocak 2017’de ABD Trump iktidarının başlamasını ve Obama’nın Pentagonunun, terör örgütlerine verdiği desteğin bitmesini beklemektedir.

 

PKK ise çizgisi ne olursa olsun kendi varlığından faydalanacak gücün kucağına atlamayı beklemektedir. Onların ağına düşmüş gençlerin hayatları hiç bir zaman PKK’yı yönetenlerin umurunda olmamıştır, olmayacaktır.