‘’Ülkenin bekası için güçlü otoriter liderlere ihtiyaç vardır.’’ Önermesinin sorgulanması için önceki yazıda Arnavutluk’u 49 yıl yöneten Enver Hoca’yı anlattım. Enver Hoca’dan geriye ekonomik ve sosyal olarak yerlerde sürünen bir ülke kaldığını dile getirdim.

Müteakip yazıda Arnavutluk’un hemen kuzeyinde ölene kadar 45 sene ülkesini yöneten Tito’yu anlatmak önermeyi daha iyi irdelemeyi sağlayacaktır;

Hırvatistan’da 1892’de, küçük bir köy evinde, on beş çocuklu ailenin yedinci evladı olarak dünyaya geldi. Alkolik ve kumarbaz babasına çiftçi olarak kazandıkları yetmiyordu. Para bulmak için gittiği Bohemya’da, uzun ve dikenli bir yaşama atıldı.

Birinci Dünya Savaşında Ruslara iki kez esir düştü, 1917 Bolşevik İsyanında hapisten kurtulup komünistlerin tarafında iç savaşa katıldı. Avusturya’ya döndüğü 1920’de artık bir komünist olarak saf tutmuş ve bunun bedelini beş yıl hapis yatarak ödemişti.

İkinci Dünya Savaşı öncesinde Fransa’da, Enternasyonal Tugayların İspanya’ya geçişini organize ederek kariyerini büyüttü. Savaş sırasında Yugoslavya’da faşistlerin desteklediği Ustaşa’larla savaştı.

Hitler’in Yugoslavya’da başlattığı büyük taarruzlar karşısında Partizanları örgütleyerek zorlu bir direniş sergiledi. Nevatra ve Sutyeska savaşlarında, faşistlere karşı Partizanların arasında kalıp büyük can kayıplarına rağmen direnişi ayakta tuttu.

Faşistlerin 1943’te yenilmesinden sonra kurulan Yugoslavya Cumhuriyeti’nin hükümet başkanı, 1953’te devlet başkanı oldu. Ülkedeki tek siyasi hareket olan Halk Cephesi Partisinin başında 1974 yılında ebedi devlet başkanı kabul edildi ve 1980’de ölene kadar Yugoslavya’yı yönetti.

Tito, sert mücadelelerin içinde esnek hareket etmeyi becerebiliyordu. Ruslara esir düştüğünde Almanca tercümanlık yapıyor, savaşın en çetin zamanlarında Hitler ile anlaşma yolları deniyor, ülkesinin kuruluşunda Çorçil’in, Ruslar’ın emperyalist tavırlarına karşı Truman’ın yanında yer tutabiliyordu. Sayılan pragmatist hareketler, onun her koşulda ayakta kalmasını sağlıyordu.

Kendisi koyu bir sosyalist olmasına rağmen, belli sektörlerde işçilerin fabrikaları kendilerince yönetmelerine hatta kısıtlı olarak özel mülke izin vermişti.

Köylü çocuğu olmasına ve sadece üç yıl okul eğitimi almış olmasına rağmen, uluslar arası toplantılarda diplomat gibi davranıyor, balolarda centilmen, savaş meydanında cengâver olabiliyordu.

Halkın içinden gelmesi ve kurtuluş savaşının mimarı olması nedeniyle toplumun sevgisini kazanmıştı, lâkin muhalefete asla izin vermemişti. Güçlü bir istihbarat ağı sayesinde Halk Cephesi dışında siyasi yapıların gelişmesini engellemişti. Karşı hareketlerin palazlanma ihtimali belirdiğinde acımasız davrandı. Kadife eldiven takılmış bir yumruk gibi hizaya getirdi toplumu.

Bağımsızlık mücadelesi vermiş olan Partizanlar Ülkesinde, hayatta olduğu dönemde, Tito’nun rüzgârı toplumu bir arada tutmaya yetmişti. Çünkü o, sürekli bir saldırı tehdidinden bahsediyor ve vatandaşların birlik beraberliği olmazsa yok olacaklarını söylüyordu.

Bosna Nehrinin kenarında dağın içine büyük bir Tito Tüneli yaptırdı. Nükleer savaş sırasında ülkeyi oradan yönetecekti. Söz konusu tünel on iki tonluk nükleer bombaya dayanacak şekilde yapılmıştı. Tünelin içinde aylarca yaşamaya yetecek malzeme bulunuyordu. Şimdi ziyaretçilere açık olan tünel soğuk savaşın önemli simgelerinden sayılmaktadır.

Nükleer saldırı tehdidi pek çok ülkede vatandaşların güçlü liderlerin arkasında saf tutmasını sağladığından, dönemin liderleri sürekli olarak bu tehdit algısını körüklemeyi tercih etmişlerdi.

Yugoslavya’nın kozmopolit çilekeş vatandaşları, Tito varken ve büyük güçlerin saldırı tehdidi altındayken bir arada durabildiler. Ancak, bu durum samimi birliktelikten çok uzak bir gerçeklikti. Nitekim soğuk savaşın bitiminde 1992’de bir kıvılcım bütün ülkeyi çatışma alanına çevirdi.

Sırplarla Hırvatlar savaşı başlattı, akabinde Bosnalı Sırplar Müslümanlara saldırdı. Kosova bölgesinde yaşanan kargaşa ayrı bir devlet türetti. Yaşanan acımasız savaşlar, Karadağ, Makedonya ve Slovenya’nın nispeten kansız ayrılıklarına sebep oldu.

Gelinen noktada, güçlü liderlerin en güçlülerinden olan Tito’nun ruhu ülkesinin bir arada kalmasına hiçbir katkı sağlayamamıştı.