Elbet pek çok farklı dalı var sanatın. Sanatı değerli kılan üstüne harcanan emekle ilintili. Bazıları ince zeka ile kurgulanan dokusu ile büyülüyor insanları, kiminde bir melodi ile sürükleniyor kitleler. Ve sanat, tarih boyu bazen sözsüz, bazen sessiz, bazen renklerin karmaşası, bir fırçanın darbesi, bir vavın eğriliğiyle düşünceleri ifade etmenin bir yolu olmuş. Nakış, nakış, ilmek, ilmek süslenmiş yemeniler, halılar, peşkirler. Bir örs, bir çekiçle vura vura ibrikler, tepsiler, güğümler, ve bir keski ile üstünde işlemeler. Bazen koku olmuş sanat, imbikten geçirilip damıtılmış çiçeklerin uçucu yağları, karışmış yepyeni rayihalara karışmış. Kumaş makasla kesilmiş, iğne iplikle 3 boyutlu yolculuğa çıkmış. İklime, coğrafyaya göre renklenmiş, işlenmiş, oyalarla bezenmiş. Hasılıkelam özene bezene çalışıldığından adı da süs olmuş, bezeme olmuş.

Sanat, bir için dışa vurumu olmuş. Gelin kızlar, yol gözleyenler, derdi olanlar ayrı ayrı motiflemişler. Örneğin Srebrenitsa motifi var. Soykırımın gerçekleştiği 11 Temmuz’a atfen, toplam 7 turda bitirilen 11 yapraklı bir çiçek motifi. Ortası yeşil kenarları beyaz. Ortadaki yeşil, yeşil örtü ile örtülen tabutu, kenarındaki beyazlar ise beyaz başörtüleri ile o tabut başında yas tutan kadınları sembolize ediyor. Ve aslında tam da bu dışavurum, iç dünyamızdaki sıkıntılarımızın dolaylı yollarla aktarılması nedeniyle terapi olmuş sanat. Renk renk iplikler, boyalar, notalarla uğraşmak kadar bir şekilde “sıkıntını suya anlat, alır götürür” misali.

Kimileri için ise hobi olmuş sanat. Günün, haftanın yorgunluğunu atmak için başvurmuş. Ya da sabretmeyi öğrenmek istemiş. Gerçekten sabırla oluyor her ne güzellik varsa. Bahar bile ağır ağır nakşoluyor doğaya. Yağmur ince ince iniyor toprağa. Kar her tanesi ayrı iniyor birikiyor.

Çocuk yetiştirmek de sanat. Belki üzerinde en fazla emek harcadığı eser evlatları insanoğlunun. Gün-gün, ay-ay sabırla ilmek ilmek işleniyor. Ya da kimileri sevmiyor işte sanatı gereksiz buluyor. “Ne gerek var” diyor ya da kolaycılığa gidiyor. Aynı deseni kare kare sayıp işlemek yerine bir patates, bir soğan ya da başka bir bitki ile basıp geçmeyi yeğliyor. Ancak kumaşlar hoşlanmıyor bir anda gelen ve üzerlerinde olması istenen şekillerden. Bakır da hoşlanmıyor bir prese girip sonunda birilerinin istediği hale bir anda gelmekten. Bu baskılara karşı çıkan kumaş ve bakıra kızılıyor sonra. Bir kenara itiliyor, istediğim gibi olmuyorsan emek (!) harcamaya değmezsin. Oysa ağır ağır, ilmek ilmek, tık tık ince ince vura vura işlendiğinde benimsenir, içine işler her vuruş, her nokta. Ustası konuşur onunla. Konuştukça yumuşar, kolay şekil alır zamanla. Sonunda da enfes ürünler çıkar. Elin evladı da olsa sabırla. Sabırla koruk helva olur derler. Koruğa basınca ekşi olur, beklersin yetmez suyunu alır, kaynatır, pekmez yaparsan olur o helva. Gençlere patates baskısı yapmaya kalkanlara üstümde kalmasın vebali diye saygıyla.

Aynı zamanda yardım etmek de bir sanat. Falan gitti şu kadar borcu kapattı reklamlarında artık din görevlilerini de görmeye başladık.  İlla verirken kendileri de, hatta bazen verdikleri de görünmeliler. İnsan kendisini mutlu etmenin yolunu arıyor. Oysa çok basit bir diğerini mutlu etmekte sır. Bir diğerini mutlu ediyor, sonra derin bir nefes çekiyor insan o ciğerlerine “al” diyor “al sana helal olsun”. Ve o nefesin hissiyatı tarifsiz. Gösterişsiz, sade. Ya bu göstere göstere yardım eden empatiden yoksunlara ne demeli. “Aferin, helal olsun size, ne yüce gönüllülersiniz” diyelim, alkışlayalım. Ellerimizi, ceketlerimizin düğmelerini bağlayalım. Çok takdir edelim. Mutlu olacaklarsa. Çünkü bir takdir edilme ihtiyaçları var belli. Doyuma önce onlar ulaşsınlar ki, el uzattıkları garibanların karınları doyururken, ruhlarını incitmesinler. Yardım etsinler, reklam etmesinler. Yardım da sanat. Kumaş örselenmesin, hükmü olsun. Gerisi “takdir”i ilahi.